Ahmet Kaya

*Yıldızlar Ve Çiçekler Ülkesi`nden / Mektup-3 Merhaba Gözüm; Üçüncü mektuba ulaştık sesime verdiğiniz sesle... Burada, izlemeye devam ettim sildikleri zannettikleri ömrümü. Bana sevgi kokularıyla gelen, yamacıma kadar ulaşan herkese yüzümü döndüm. Kucaklayacağınızı-taşıyacağınızı bildiğim her şeyi orada, sizlere emanet edip, sadece başımı, yani yanıma sadece kendimi alıp gitmiştim ayrılırken... Elbette şimdi sınanan sizlersiniz tarafımdan. İkinci mektubumda sesime ses katan arkadaşlarımı öpmüştüm ya kirpiklerinin ucundan, bazılarının içi ağladı, gördüm. Gözyaşlarının bembeyaz aktığını da. Benim için ‘yurt’, her birinizin koynu artık. Onun için beni her kucaklayışınızda yurtsuz bırakılışımdan uzaklaştım. Sevgili Gülten ve ekipteki tüm sevgili arkadaşlar hiç soluklanmadan, yer yüzünün bütün ışıklarını yakmaya çalıştılar hep. Şarkılara sokuldukça içlerindeki acıyı aşındırdılar. ‘Zaman’ nerelerde takılı kaldı bilmiyorum ama, ben size bütün zamanlar için şarkılar yapmıştım zaten. Bana dokunan, günümü-gecemi kundaklayan - beter eden şeylerin şarkılarıydı bıraktıklarım. Her birini şah damarımdan söküp çıkarmıştım orataya. Sizler okul çıkışı cıvıltısında , dağların gölgesinde, vardiya sonrası yorgunluğunda, sabah uykusu maviliğinde iken, dünyanın ırmakları kurumasın diye, korna ve kuş sesleriyle selamlayıp sabahı, ekmeğe huzurla uzanmıştım. 28 yaşındaydım, 32, 37 yaşındaydım, 41 yaşındaydım o sıralar. Sizler beni dağınık saçlarım, kırmızı gözlerimle izlerken, içtiğim her yudum suyun bıyıklarımdaki damlasını hak etme savaşındaydım bu şarkıları yaparken. Hayat sözümü alırken ellerimden, şarkılarımın, aynı zamanda kendisinin dili, hayatın dili olduğunu umursamamıştı. Yanılmıştı. Üzerinizden geçen kırlangıç sürülerinin, iklimlerin bile dili olduğunu umursamamıştı. Benim göğsüme sakladıklarımı sorgulamaya kalkmıştı sürekli. Gözlerini gözlerime değdirme cesareti gösteremeyenler, zaman zaman İstanbul gibi savrulmamı, Diyarbakır gibi özlememi, Edirne gibi susmamı anlayamamışlardı. Ve ne çok şaşırmışlardı ‘hazırol’ komutu verdiğim yüreğime... Her ömrün bir öznesi vardır ya, benimkinin onur olduğunu bilememişlerdi. İşte şimdi; ŞARKILARA RAĞMEN, HAYATIN YAKASINI HİÇ BIRAKMAMAMA RAĞMEN, TARİHE SÖZÜMÜ GEÇİRECEĞİMİ BİLMEME RAĞMEN, şimdi kimin ellerinde acaba baharlar ve bayramlar, iyi düşünün! Şimdi olağansa bile acılar, kimin üzerine değmeden geçiyor ve şarkılar, iyi düşünün! Şimdi kimin sabahlarının rengi hep kirli ve kimin akşamları doğruyor bıçaklar, iyi düşünün! Şimdi kimler kimliksiz, taa içlerinde sizce? Bütün tomurcuklar uykudayken, kuşların kanatlarını suya değdirmesi gibi usulca bitirip teslim etttim bu şarkıları da sizlere. Yıldızlar Ve Çiçekler Ülkesi`nde Melis`imin ve Gülten`imin yüreğiyle yapılmış evimde, şarkılarımı emin ellere bırakmış olmanın huzuru içindeyim. Benim haritalarım yanlış değil, başıma göğsünüzde bu kadar yer açtığınıza göre... Gıyabınızda, şarkılar yapmaya devam kararı alınmıştır tarafımdan. Siz dinlemeye başladığınızda, ben de ıslak dallara vuran ay ışığını izleyerek gülümsüyor olacağım. Özetim şimdilik bu! İçimdeki Abdal’ın haklılığıyla mahsus selam ederim... AHMET KAYA |Kaynak: AHMET KAYA / BİRAZ DA SEN AĞLA Albümü
“Gözlerim Bin Yaşında” ☼ Ahmet KAYA`nın Orhan KOTAN’a Mektubu : Merhaba Gözüm; Yeni mektubun zamanı geldiğinde sığmıyorum hiçbir yere... Gelin arabası önü kesen çocukların-çocukluğumun taze kalan sevinci gibi bu... Her düğün çocukluk sevincimizdi, her ürün sevincim artık. Şiirler, sahiplerinin yüzlerini tanımasak da bizlere sunulan gülüşlerdi. Yıldızları göremeyenlerin gözleri, güllere dokunamayanların elleriydi... Kırılan kanatların merhemi gibiydi şiirler. Aslında, hangi kanadımızla çırpındıysak kırılan o olmuş, tutup kanadımızı şiir sürmüşüz o acıyan kırıklığa. Şiiri iyileştirici bilmişiz. Gümbür gümbür davullar da duyabilirsiniz şiirler okurken, bahar gibi bir arp sesi de... Belki daha asi sesler, cesur bas’lar veya çocuk adımlı piyanolar... Kendi müzikal cümlenizi kendiniz kurarsınız, hayatı ve tarihi anlatan şiirlerde... Kalbindeki gök gürültüsünü duya duya yazdığı bu şiirlerin, benim sesimle ve Gülten’in emeği ile sizlerle buluşturulduğunu, şimdi benim de bulunduğum ülkede huzurla görüyor, biliyorum... Şehirleri kendi hallerine bırakıp dağların kaç hali var ve bu haller bize ne kadar yakın - uzak diye sohbete oturduk üçümüz dar zamanlarda.. Cehennem saydıkları dilimiz ortaktı... Dağlar melankolik, sessizdi ve biz aynı dağlara bakan iki çift gözdük! İçlerine sığdığımız, sığındığımız dağların da gözleri olduğuna inanırdık, yaşlarını bilmesek de... Bize bakan bu gözlere rağmen biz göze alamadık siyahi bir tarihi... Çocuklar korkusuzca dolaşsın, oynasın, dağların - yaylaların kucağında istedik, şefkatle.. Hiçbirimiz yatamazdık ütopyalara, ömürlere... Yaşlara ve aşklara da... Ama benim içime akıttığım şiirlerdendi bu dinleyecekleriniz. Çook yükseldiğinizde ya da uçurumdan düşer gibi hissetiğinizde, bir kaç damla göz yağmuru gibi aksın içinize diye, uzağınıza düşmeyeseniz şarkıların - şiirlerin diye el ele tutuştum bu şiirlerle ve Orhan Abi ile... Evlerinizin, atölyelerinizin, yurtlarınızın, kalplerinizin içine gelelim diye. İyi mi yaptık, sizler bileceksiniz, tarih bilecek, gelecek bilecek. Bizim bildiğimiz, insanlığa yapılan tüm kötülükler karşısında bin bir iğne batar gibi hep acırdı gözlerimiz... Kirpiklerimiz örtüşmezdi ki görmezsek - yazmazsak - söylemezsek! şimdi göz gözeyiz şiirlerin tanıklığında: Biz, siz, hayat ve tarih! “Gözlerim(iz) Bin Yaşında”, gözlerinizden öperiz.... Ahmet Kaya
Devamını Okumak İçin Tıkla …

Ahmet Kaya nın linç edildiği gecenin görüntüleri çıktı. Lince katılanlar arasında ilginç isimler de var. Ünlü müzisyen Ahmet Kaya nın eşi Gülten Kaya Balçiçek Pamir in programına katıldı. Balçiçek Pamir programında Kaya nın "linç edildiği" o gecenin görüntülerini yayınladı ve linç kampanyasına katılanların isimlerini teker teker saydı. Gülten Kaya da o isimleri doğruladı. Gülten Kaya 12 Şubat 1999 da Ahmet Kaya nın başına gelenleri hep anlattı ama o geceden dışarıya yansıyan isim sadece Reha Muhtar, Şenay Düdek ve Serdar Ortaç oldu. Bir de Ahmet Kaya ya atılan çatalların önüne kendini siper eden Mehmet Aslantuğ un ismi duyuldu. Gülten Kaya isimleri teker teker saymaktan hep imtina etti. O GECE 10. YIL MARŞINI SÖYLEYENLER Balçiçek Pamir o gecenin videosunu yayımladı ve isimleri şöyle saydı: "Kimler var kimler ben görüntülerden şöyle görüyorum, İbrahim Tatlıses, Mahsun kırmızıgül, Ajda Pekkan, Kadir inanır, Edip Akbayram, Mustafa Topaloğlu, Özcan Deniz var ve bu isimlerin hepsi de 10. yıl marşını ayakta söyleyen isimler." LİNÇ EDENLER ARASINDA KÜRTLER DE VARDI Gülten Kaya ise Pamir i doğruladı: "Evet ve işte bunlar linç gösterisine katılanlar. Hiçbirisinde bir sağduyu yok çünkü ülke gerçeklerinden uzaklar bu ülkede Kürtler var mı, Kürtçe var mı bu bir dil midir bunlara hiç kafa yormamışlar ki bu insanlar eğer gelişmiş bir algıları olsa bir tanesi kalkacak ve habire delikanlılık kitapları yazıyorlar kalkıp diyecek ki bira dakika evet bu ülkede kardeş bir halk var onların bir dili var onların bir kültürü var ne dedi bu insan Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim ve buna klip çekeceğim dedi. Ama ben en çok Kürk kökenli şarkıcıların tepkisine şaşırdım. O toprağa ait insanlar sonuçta... Görüntülerde Erdal Acar Ahmet Kaya ya bir el hareketi yapıyor ve Ahmet Kaya da ona sarılıyormuş gibi görülüyor. Gülten Kaya "Ahmet onun kulağına hak ettiği cevabı verdi" diye anlatıyor. ASLANTUĞ VE AY KORUDU Kaya şarkısını söyleyip sahneden indiğinde çatal yağmuru başlıyor. Çatallardan biri Gülten Kaya nın kafasına geliyor. Gerisini Gülten Kaya şöyle anlatıyor: "Evet benim alnıma bir çatal geldikten sonra çok gerildi eşim, gözüme gelebilirdi. O sırada sağ olsun orada ki garsonlar bizi korudu onu hiç unutmuyorum. O tablo benim için çok önemlidir. Çok hüzünleniyorum. Salonda garsonlar dışında bir tek sağduyulu insan göremiyoruz. Bir tek Mehmet Aslantuğ var bize destek olan. Bir de Savaş Ay. Her şey sakinleşir diyoruz böceğin biri sahnede ajitasyon yaratmaya başladı." Ve Serdar Ortaç onuncu yıl marşını söylemeye başlıyor: "Evet. 10. Yıl marşını söylemeye başladı. Hani vatanı biz böldük ya onlar toparlayacaklar. Marşı dinlemedi gitti dedirtmemek için bekledik." REHA MUHTAR YALAN SÖYLÜYOR Daha sonra orada bulunanlardan Reha Muhtar kendisinin linçe katılmadığını, oradakihavayı dağıtmaya ve birleştirmeye çalıştığını söylemişti. Gülten Kaya Muhtar ı yalanlayarak şöyle konuştu: "Yazdıkları doğru değil. Yani orada ben o havayı dağıtmaya ve birleştirmeye çalıştım falan diyor ama değil yani niye mesela memleketim şarkısını söyletiyor? Kimin babasının memleketi orası? Benim de memleketim yani, kim benim memleketimi benden daha fazla sevdiğini iddia edebilir ki? Reha Muhtar mı?Asla kabul etmiyorum bunu,bu yarıştırılabilinir bir şey değildir ki" APO NUN FOTOĞRAFI ÖNÜNDE KONSER "Hürriyet Gazetesi bir fotoğraf yayınladı ve bizim 93 yılında Berlin"de bir konser yaptığımız.. Ve o fotoğrafın önünde Ahmet Kaya"yı gösteren bir şey yayınladı. Güneydoğu"yu Kürdistan gibi gösteren bir fotoğraf, harita. Ve sekiz sütün manşet attı “Ayıp Ettin Gözüm” diye bir manşet, hiç unutmuyorum. Gönderme de yapıyorlar güya. Şimdi hiç unutmuyorum, yaptığım ilk hareket pasaportumuza bakmak oldu, biz hiç öyle bir konser yapmadık. Çünkü hemen pasaportları çıkardım. 93 yılında yurt dışına hiç çıkmamışız bile. "Dava düştü evet çünkü bir yıl boyunca Hürriyet Gazetesi"ne yazı yazıldı elinizdeki bu belgeleri falan gönderin bu olay ile ilgili, hiçbir şey göndermediler. Bir yıl sonra mahkeme artık polis marifeti ile getirilmesine karar verince gazetenin avukatlarından bir yazı geldi, bizim elimizde de başka da hiçbir şey bulunmamaktadır." AHMET KAYA TÜRKİYE DE KALSA NE OLURDU? Ne olacaktı bizim sevgili dostumuz Hrant Dink"in akıbeti olacaktı,bu olacaktı çok net söylüyorum. Ahmet Kaya kahrından öldü. İnsan kırk üç yaşın içerisinden geçerken hele birde en üretken zamanı ise hele birde gerçekten projelerle doluysa aklının içi o kadar erken ki,yani şu ülke için o kadar iyi şeyler yapacaktı ki Ahmet Kaya, eğer yaşıyor olsaydı, hayat çok garip tabi tarihte çok garip, mesela Kurtuluş Savaşı Destanını yapacaktı Nazım Hikmet"in, 4 CD"lik,arşivlik çalışma yapacaktı mesela çocuklarının mezuniyet törenine gidecekti keplerini giydirecekti, bütün bu haklarını aldılar elinden bunda herkesin payı var. AHMET KAYA NASIL LİNÇ EDİLMİŞTİ? 12 Şubat 1999 da Magazin Gazetecilere Derneği nin ödül törenine katılan Ahmet Kaya sahneye çıkıp önce ödülünü aldı. Ardından da yakında Kürtçe bir klip çekeceğini söyledi. Ve sahnedeki Kaya çatal bıçak yağmuruna tutuldu. Eşi Gülten Kaya o geceyi şöyle anlatmıştı: "SÜNNETSİZ ******" "Serdar Ortaç sahnede okuduğu şarkı sözünü bir anda değiştirerek, “Bu devirde kimse sultan değil padişah değil. Atatürk yolunda Türkiye! Bu vatan bizim, ellerin değil!” diyordu. Bu şarkı üzerine iyice gerildi ortam. Şenay Düdek Ahmet"e, “Sünnetsiz ******” diye bağırıyordu. Sonra Ercan Saatçi, Tuncay Önder, Erdal Acar ve onun bir grup adamı vardı provokasyon grubunun içinde. REHA MUHTAR 10. YIL MARŞINI OKUTTU Bir başkası, Reha Muhtar çıkıp memleket bölündüğü için memleketim şarkısını okutuyor. Birden 10. Yıl marşı sahne alıyor. Herkes hezeyan içinde. Zaten grup psikolojisi böyledir, insanlar katılmak zorunda da hissediyor kendilerini..." Ahmet Kaya bu saldırıların hemen ardından Türkiye yi terk edip Fransa ya yerleşti ve orada hayata gözlerini yumdu.
Devamını Okumak İçin Tıkla …

AHMET KAYA 1957 yılında Malatya'da doğdu. 16 Kasım 2000 tarihinde Paris'te öldü. Dibine vurmuş gecelerden geldim... Yalanım yok... Bir cebimde küfür, bir cebimde çocuklara şekerle yaşadım. Hepinizin gurbetindeyim şimdi... Eyvallah!.. Ahmet Kaya, Malatya'da beş çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 1957 yılında dünyaya geldi. Mensucat işçisi bir baba, çocuklarını yetiştirmekle yükümlü bir anne ve diğer dört kardeşle birlikte geçen çocukluk... Babası, neredeyse onun boyu kadar olan bir bağlama ile eve geldiğinde mutluluğun bu olduğunu düşünür. Dokuz yaşındadır daha. 24 Temmuz İşçi Bayramı’nda sahneye çıkarırlar onu, bir daha unutmaz bunu... Yaz tatillerinde, ya plakçıda ya da tanıdıkların minibüsünde çalışır. 'Başar ağabey'yi tutuklanınca Ahmet, küçük bağlaması ile ilk bestesini yapar: "Bir Wolksvagen alacağım, Adını ‘Başar’ koyacağım" der... Ruhi Su’nun plaklarını satın alan Ahmet Kaya, bol paçalı pantolonlar giyen uzun saçlı 68’lilerden etkilenen gençir artık... Mensucat fabrikasından emekli olan babası, daha iyi bir yaşam için İstanbul’a göç eder. İstanbul/Kocamustafapaşa’ya yerleşirler. Ahmet Kaya'nın ilk izlenim ‘korkudur. Ahmet Kaya, ortaöğrenimini tamamlamaya çalışırken yetmişli yılların toplumsal çatışmalarının farkına varmardı. Ora'dan gelmiş olmanın farklılığını, bu yeni kültür ve yaşam biçimi ile içiçe yaşar. Türküler, devrimci marşlar, Ruhi Su ve Zülfü Livaneli’den müzikal anlamda etkilendiğini inkar etmez, ama kedi sesini arar. Bütün boş zamanlarda bağlama çalıp şarkılar söyler. İlk bestelerini bugünlerde yapar. Boğaziçi Üniversitesi’nde bir panelede Ruhi Su’yla karşılaşır. Ustayı çok sevse de yetmeyen birşeyler vardır Ahmet Kaya için, bunu ifade etmeye çalışır Ruhi Su’ya. Ruhi Su'nun 'Mahsus Mahal' türküsünü kendince yorumlar O'na. Bağlamanın sapını tutan Ruhi Su, 'Böyle bağlama çalınmaz!' der. Oysa Ahmet Kaya asi. Farklı birşeyler yapmak ve kendini aramaktadır. Yıllar sonra verdiği ilk resitalin afine 'Bağlama Böyle De Çalınır' 'i spota çıkaracaktı. Seksenli yılların başı talihsizliklerle geçer. Evliliği biter, bebeği ondan ayrı büyümeyecektir ve çok zordur. Bu dönem bestelerinin olgunlaştığı dönemleridir bu yıllar. Sadece müzikle kendini ifade eden Ahmet Kaya, 1985 yılına geldiğinde kararını verir. 'Zamanıdır' deyip, oltuğunun altında şarkılarını alıp, Unkapanı’nın yolunu tutar. Dinleyenlerin hiçbir kategoriye koyamadığı bu müziğe kimse yüz vermez. Sonraki günlerde arkadaş yardımları ve kendi olanakları ile ilk albümünü yapar. Ama hemen toplatılır. Yapılan itiraz sonuç verir. Olay gazetelere yansır, Ahmet Kaya’nın ‘Ağlama Bebeğim’ adlı albümü Danıştay kararıyla serbestir artık!' Bu arada. Üniversite öğrencileri, dar gelirliler, 12 Eylül darbesinden nasibini almış-çeşitli kesimlerden tutuklu yakınları, Türkiye’de demokrasiyi yeniden inşa etmeye kararlı kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları Ahmet Kaya'nın dinleyici profilini oluşturur. Kısa bir süre sonra ikinci albümü "Acılara Tutunmak" ı yapar. Ahmet Kaya, edindiği toplumsal, siyasal duyarlılıkla üretim yapmaktadır, peşpeşe albümler çıkarmaktadır. Üçüncü albümü O sıralar tutuklu olan ve idamla yargılanan Nevzat Çelik'in 'Şafak Türküsü' şiirini besteler, aynı zamanda albümün de adıdır 'Şafak Türküsü'. Üllkenin gündemindeki idam cezaları ve hapishanelerde bulunan binlerce insanın ve onların ailelerinin içinde bulunduğu durumu şarkılaştırmıştır... 'An Gelir' isimli dördüncü albümünde Atilla İlhan, Hasan Hüseyin ve Ülkü Tamer'in şiirlerini besteleyen Ahmet Kaya, yeni arayışlar içerisine girmiş, besteciliği ile ilgili kendisini epeyce geliştirmiştir. İlk üç albümde aranjör olarak kendi çabalarının yanı sıra Sezer Bağcan, Oğuz Abadan gibi isimlerle çalışan Ahmet Kaya, dördüncü albümde Osman İşmen ile çalışmaya başlar ve bu beraberlik uzun yıllar sürer... Beşinci albümünde ünlü şairlerin yanı sıra yeni bir isimle, Yusuf Hayaloğlu'yla çalışmaya başladı. Hayaloğlu'yla beraberlik, Ahmet Kaya müziğinde uzun ve verimli bir çalışmanın başlangıcını oluşturur. 'Yorgun Demokrat' isimli bu albüm, gerek dönemi gerekse içeriği bakımından yine Türkiye’nin toplumsal gidişatına denk düşmüş ve 12 Eylül döneminin etkisini üzerinden atmaya çalışan milyonlarca demokratın durumunu dile getirmiştir. Albüm çalışmalarına paralel olarak halk konserleri de yapar Ahmet Kaya. Gösterilen ilgi, katılım ve çoşkuya rağmen, ülkenin birçok yerinde ‘sakıncalı’ bir şarkıcıdır artık O. Dinleyicisiyle buluşamamak onu üzmektedir... Konserde kendisine bağlamasıyla eşlik eden Ahmet Koç’la altıncı albümü olan 'Sevgi Duvarı" nın hazırlıklarına başlar. Can Yücel’in aynı isimli şiirini bestelemiş olan Ahmet Kaya, bu albümü ‘vazgeçilmezlerim’ dediği Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’siz hazırlar ve bu arada 'Resitaller' adını verdiği albümde canlı konser kayıtlarını toplar. 'İyimser Bir Gül' adını taşıyan yedinci albümü, Türkiye doksanlı yıllara adımını atmış, Ahmet Kaya gündemi ile ülke gündemi yine örtüşmüştür. Yeniden Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’ le çalışmaya başlar. Albümün adı 'Başkaldırıyorum'dur. Olgunluk çağında ülkesinin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut olmadığı her yanına şarkılarla müdahale etmeye çalışan bir 'muhalif'tir artık... Başı, zaman zaman derde girer, birçok yerde konser verememenin yanı sıra albümleri ‘sakıncalı’ bulunup kısmen de olsa toplatılır. Bu sürecin şarkılarına yansıması kaçınılmazdır. Yeni albümün adı 'Başım Belada'dır o yüzden. Ahmet Arif, Atilla İlhan ve Yusuf Hayaloğlu’nun şiirleri ve şarkı sözleri Ahmet Kaya müziği ile biraraya gelir. Bu arada ağırlıkla Türk Halk Müziği’nden örneklerin yer aldığı 'Resitaller 2' adlı albümü yayınlanır. Onuncu albümü 'Dokunma Yanarsın' ile birlikte hayatında bir takım değişiklikler gündeme gelir. Bu yeni süreçte de milyonluk satışlara imza atan Kaya, 1993’te onbirinci albümü 'Tedirgin'i çıkarır. Ertesi yıl çıkardığı 'Şarkılarım Dağlara'da hemen hemen tüm şarkı sözlerinin altına da imzasını atar. Albüm, 'Kum Gibi', 'Ağladıkça', 'Saza Niye Gelmedin' gibi parçalarla satış rekorları kırarak Ahmet Kaya diskografisinde ayrı bir yere sahip olur. Toplumsal-kültürel gelişmelerin getirdiği etkileri üretkenliğe çeviren Ahmet Kaya, 1995 yılında onüçüncü albümü 'Beni Bul' u çıkartır. Sesinin rengini ve olgunluğunu günün teknik imkanlarıyla yeniden deneyerek, ağırlıkla eski şarkıların yeni düzenledi. 1996 tarihli 'Yıldızlar ve Yakamoz' bu arada ortaya çıkar. Bunu, 1998 yılında Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’den oluşan çekirdek kadroyla hazırladığı 'Dosta Düşmana Karşı' izler. 'Gak Production' isimli bir yapım firması da kuran Kaya, Kent Ozanları isimli çağdaş halk müziği yapan bir grup ve on yıldır asistanlığını yapan Çetin Oraner’in albümlerine de yapımcı olarak imza atar. Profesyonel süreci boyunca onun müziğine çeşitli isimler bulunmuşsa da Ahmet Kaya, kendisini hep toplumcu-gerçekçi sanat kategorisinde görmüştür. Dünyada ‘protest müzik’ olarak tanımlanan bu türün ülkemizdeki önemli temsilcilerinden olan Ahmet Kaya’nın en belirgin ve ayırdedici tarafı, müziğindeki geleneksel motiflerin ve ulusal kültür değerlerinden yola çıkmasıdır. Toplumsal süreçten kopmammış, olmuştur. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal gidişatına paralel bir müzik seyri izlemiştir. Türkiye'de her söylediği söz ve şarkısı olay olan Ahmet Kaya hakkında birçok dava açıldı ve kendi deyimiyle emniyetler onun ikinci adresi oldu. Bu baskılara rağmen Kaya, kimliğini hiçbir zaman inkar etmedi ve mücadele etti. Kaya hakkında, yurtdışında verdiği konserlerde 'vatana ihanet' suçlamasıyla 3 ayrı dava açıldı. Bu davalardan biri geçtiğimiz günlerde sonuçlandı ve Kaya'nın 3 yıl 9 ay hapis cezası kesinleşti. Diğer iki davada ise, duruşmalara katılmadığı ve ifade vermediği için Kaya hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi. Kaya'nın çıkardığı kasetlerin bazılarının isimleri şöyle: "ağlama bebeğim, tedirgin, acılara tutunmak, şafak türküsü, an gelir, yorgun demokrat, başkaldırıyorum, dokunma yanarsın, adı bahtiyar, başım belada, şarkılarım dağlara, yıldızlar ve yakamoz, beni bul ve dosta düşmana karşı." 1980’lerde Nevzat Çelik'in ”Penceresiz kaldım anne / Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne” 'Şafak Türküsü' şiirini türküleştirerek patlama yaptı A. Kaya. Karyerinde “Ağladıkça” isimli türkünün büyük bir yeri oldu. Aram Dinkjian’ın bestelediği bu türkü, sanatçıya sağ veya sol görüşlü farketmeksizin milyonlarca dinleyici kazandırdı. Kaya, son olarak Gazeteciler Derneği’nde yaptığı konuşmada “Kürtçe bir klip çekmek istiyorum ve bunu yayımlayacak bir televizyon kanalı arıyorum” deyince İkitelli medyanın hışmına uğradı ve yüzünden Fransa’ya gitmişti. 16 Kasım günü sabah saat altıda topragından uzakt kalp krizi geçirip öldü. O Paris Komünarlarıyla Pere Lachais mezarlıgında yatarken bize duruşu ve sesi kaldı.
Devamını Okumak İçin Tıkla …