*Yıldızlar Ve Çiçekler Ülkesi`nden / Mektup-3
Merhaba Gözüm;
Üçüncü mektuba ulaştık sesime verdiğiniz sesle...
Burada, izlemeye devam ettim sildikleri zannettikleri ömrümü. Bana sevgi kokularıyla gelen, yamacıma kadar ulaşan herkese yüzümü döndüm.
Kucaklayacağınızı-taşıyacağınızı bildiğim her şeyi orada, sizlere emanet edip, sadece başımı, yani yanıma sadece kendimi alıp gitmiştim ayrılırken... Elbette şimdi sınanan sizlersiniz tarafımdan.
İkinci mektubumda sesime ses katan arkadaşlarımı öpmüştüm ya kirpiklerinin ucundan, bazılarının içi ağladı, gördüm. Gözyaşlarının bembeyaz aktığını da. Benim için ‘yurt’, her birinizin koynu artık. Onun için beni her kucaklayışınızda yurtsuz bırakılışımdan uzaklaştım.
Sevgili Gülten ve ekipteki tüm sevgili arkadaşlar hiç soluklanmadan, yer yüzünün bütün ışıklarını yakmaya çalıştılar hep. Şarkılara sokuldukça içlerindeki acıyı aşındırdılar. ‘Zaman’ nerelerde takılı kaldı bilmiyorum ama, ben size bütün zamanlar için şarkılar yapmıştım zaten. Bana dokunan, günümü-gecemi kundaklayan - beter eden şeylerin şarkılarıydı bıraktıklarım. Her birini şah damarımdan söküp çıkarmıştım orataya. Sizler okul çıkışı cıvıltısında , dağların gölgesinde, vardiya sonrası yorgunluğunda, sabah uykusu maviliğinde iken, dünyanın ırmakları kurumasın diye, korna ve kuş sesleriyle selamlayıp sabahı, ekmeğe huzurla uzanmıştım. 28 yaşındaydım, 32, 37 yaşındaydım, 41 yaşındaydım o sıralar. Sizler beni dağınık saçlarım, kırmızı gözlerimle izlerken, içtiğim her yudum suyun bıyıklarımdaki damlasını hak etme savaşındaydım bu şarkıları yaparken. Hayat sözümü alırken ellerimden, şarkılarımın, aynı zamanda kendisinin dili, hayatın dili olduğunu umursamamıştı.
Yanılmıştı. Üzerinizden geçen kırlangıç sürülerinin, iklimlerin bile dili olduğunu umursamamıştı. Benim göğsüme sakladıklarımı sorgulamaya kalkmıştı sürekli. Gözlerini gözlerime değdirme cesareti gösteremeyenler, zaman zaman İstanbul gibi savrulmamı, Diyarbakır gibi özlememi, Edirne gibi susmamı anlayamamışlardı. Ve ne çok şaşırmışlardı ‘hazırol’ komutu verdiğim yüreğime... Her ömrün bir öznesi vardır ya, benimkinin onur olduğunu bilememişlerdi. İşte şimdi;
ŞARKILARA RAĞMEN, HAYATIN YAKASINI HİÇ BIRAKMAMAMA RAĞMEN, TARİHE SÖZÜMÜ GEÇİRECEĞİMİ BİLMEME RAĞMEN, şimdi kimin ellerinde acaba baharlar ve bayramlar, iyi düşünün!
Şimdi olağansa bile acılar, kimin üzerine değmeden geçiyor ve şarkılar, iyi düşünün!
Şimdi kimin sabahlarının rengi hep kirli ve kimin akşamları doğruyor bıçaklar, iyi düşünün!
Şimdi kimler kimliksiz, taa içlerinde sizce?
Bütün tomurcuklar uykudayken, kuşların kanatlarını suya değdirmesi gibi usulca bitirip teslim etttim bu şarkıları da sizlere.
Yıldızlar Ve Çiçekler Ülkesi`nde Melis`imin ve Gülten`imin yüreğiyle yapılmış evimde, şarkılarımı emin ellere bırakmış olmanın huzuru içindeyim.
Benim haritalarım yanlış değil, başıma göğsünüzde bu kadar yer açtığınıza göre...
Gıyabınızda, şarkılar yapmaya devam kararı alınmıştır tarafımdan.
Siz dinlemeye başladığınızda, ben de ıslak dallara vuran ay ışığını izleyerek gülümsüyor olacağım.
Özetim şimdilik bu!
İçimdeki Abdal’ın haklılığıyla mahsus selam ederim...
AHMET KAYA
|Kaynak: AHMET KAYA / BİRAZ DA SEN AĞLA Albümü
“Gözlerim Bin Yaşında”
☼ Ahmet KAYA`nın Orhan KOTAN’a Mektubu :
Merhaba Gözüm;
Yeni mektubun zamanı geldiğinde sığmıyorum hiçbir yere... Gelin arabası önü kesen çocukların-çocukluğumun taze kalan sevinci gibi bu... Her düğün çocukluk sevincimizdi, her ürün sevincim artık.
Şiirler, sahiplerinin yüzlerini tanımasak da bizlere sunulan gülüşlerdi. Yıldızları göremeyenlerin gözleri, güllere dokunamayanların elleriydi... Kırılan kanatların merhemi gibiydi şiirler.
Aslında, hangi kanadımızla çırpındıysak kırılan o olmuş, tutup kanadımızı şiir sürmüşüz o acıyan kırıklığa.
Şiiri iyileştirici bilmişiz.
Gümbür gümbür davullar da duyabilirsiniz şiirler okurken, bahar gibi bir arp sesi de... Belki daha asi sesler, cesur bas’lar veya çocuk adımlı piyanolar...
Kendi müzikal cümlenizi kendiniz kurarsınız, hayatı ve tarihi anlatan şiirlerde... Kalbindeki gök gürültüsünü duya duya yazdığı bu şiirlerin, benim sesimle ve Gülten’in emeği ile sizlerle buluşturulduğunu, şimdi benim de bulunduğum ülkede huzurla görüyor, biliyorum...
Şehirleri kendi hallerine bırakıp dağların kaç hali var ve bu haller bize ne kadar yakın - uzak diye sohbete oturduk üçümüz dar zamanlarda.. Cehennem saydıkları dilimiz ortaktı... Dağlar melankolik, sessizdi ve biz aynı dağlara bakan iki çift gözdük! İçlerine sığdığımız, sığındığımız dağların da gözleri olduğuna inanırdık, yaşlarını bilmesek de... Bize bakan bu gözlere rağmen biz göze alamadık siyahi bir tarihi... Çocuklar korkusuzca dolaşsın, oynasın, dağların - yaylaların kucağında istedik, şefkatle..
Hiçbirimiz yatamazdık ütopyalara, ömürlere... Yaşlara ve aşklara da... Ama benim içime akıttığım şiirlerdendi bu dinleyecekleriniz. Çook yükseldiğinizde ya da uçurumdan düşer gibi hissetiğinizde, bir kaç damla göz yağmuru gibi aksın içinize diye, uzağınıza düşmeyeseniz şarkıların - şiirlerin diye el ele tutuştum bu şiirlerle ve Orhan Abi ile... Evlerinizin, atölyelerinizin, yurtlarınızın, kalplerinizin içine gelelim diye.
İyi mi yaptık, sizler bileceksiniz, tarih bilecek, gelecek bilecek. Bizim bildiğimiz, insanlığa yapılan tüm kötülükler karşısında bin bir iğne batar gibi hep acırdı gözlerimiz... Kirpiklerimiz örtüşmezdi ki görmezsek - yazmazsak - söylemezsek!
şimdi göz gözeyiz şiirlerin tanıklığında: Biz, siz, hayat ve tarih!
“Gözlerim(iz) Bin Yaşında”, gözlerinizden öperiz....
Ahmet Kaya
Kategori :
Ahmet Kaya Mektupları .